Ey Kavmim!
Yıllar önceydi, üniversite yıllarında hayat denen çağlayanin akışının tersine yüzüyorduk inadına. Damarda akan kanı içerde tutmak, dışarda tutmaktan daha zordu. Grup Yorum’dan ‘Gel ki Şafaklar Tutuşsun‘u dinlerdik sol yumruğumuzu sıkarak, Şıvan Perwer’le ‘Cane Cane’ halayına dururduk, Civan Haco ‘Diyarbekir Mala Mıne’ derken duman altı olurduk.
Nedense birgün aniden durakladığımı hissettim, çünkü o an’a kadar hiç dinlemediğim birşey dinliyordum solmuş şehiriçi dolmuşlarının birinde. Saat sabahın beşiydi ve kirli bir Ankara yağmuru vuruyordu camlara. İşte o an radyo da Zerrin Özer nasılda ciğerlerini patlatırcasına okuyordu o şarkısını.
“Yazdığın son mektup şu an elimde
Her şeyi anladım bu son mektupla” diyordu, anlamış olmanın verdiği o güven ve huzurla.
Dolayısıyla ey kavmim bu belki de sana yazacağım ilk ve Son Mektup’tur.
Bilirim ki çoğu zaman hiç olmayacak kadar duyarsızsındır. Millet uzaya gider, ama sen taş duvar örme yarışındasındır. Kıyamet yaklaştığında insanların başına taş yağacakmış, ne tesadüf.
Boşanacağını bile bile evlendirirsin 17’lik kızlarını. Bilmezsin ki her kuş ancak dengiyle uçar. Kırarsın kanadını o kuşların sadist bir zevk duyarak.
Avrupa herzaman kurtuluş değildir, bazen bitiştir. Para ile mutluluk olmaz anla artık, para sadece mutluluğa götürecek olan araçlardan biridir. Avrupacıların evlerinde kızlara 18’ini göstermezsin ama avrupacı olmayan evlerde kızları kendi kaderine terkedersin. Hep duymamazlıktan gelirsin Alişer’i “ Şer şere! Çı Jıne, Çı Mere!”.
Eskiden ezan okununca, her çeşit eğlenceye son verirdin, ancak şimdi ya duymazsın yada daha büyük bir olasılıkla duymamazlıktan gelirsin. At izi, it izine karışmıştır artık ey kavmim!
Yaşlıların birbir giderken, sen artık ancak üç kendini bilmezin öncülüğünde haklı yada haksız farketmez, Mardinli kovalarsın. Allahtan korkmazsın, peygamberden utanmazsın. Karanlık ve sisli denizlerde yolunu kaybetmiş bir gemi gibisindir, kayalıklara vurman an meselesidir .
Yüzyıllardır seninle birlikte yaşayan insanlarına ‘muhacir’ der, dışlarsın. Ve bunu yaparken o en sevgili Muhacir’in (s.a.v) kalbini kırarsın umursamadan.
Avrupadaki insanların dine vururlar kendilerini, sığınacak başka limanları olmadığından. Balinaların çaresiz kaldıklarında kendilerini ölüm pahasına sahillere vurdukları gibi.
Haftada bir sayfada olsa bir kitap okumazsınız ama haftada iki kez zikire durursunuz avrupanın merkez şehirlerinde çoluk cocuk toplanıp, Fethullahçı ışık evlerinde çocuklarınız için kurtuluşu düşlersiniz dilinizden ve kimliğinizden vazgeçerek.
Olmadı beklediğiniz kurtuluşu o canım kurban Mekke ve Medine şehirlerinin canım kurban kutsal mekanlarında ararsınız. Ama bilmezsin ki kurtuluş bilgi sahibi olmaktadır. Belki hergün dinlediğiniz ama hiç kendiniz oturup okumadığınız O kitaptadır. ‘Oku, yaratan rabbinin adıyla oku!’ der kitap siz yinede oturup okumazsınız.
Bu yazılanlarıda anlamamazlıktan gelirsiniz belli. Hepimiz profesör mü olalım, çocuk okumuyorsa ben ne yapabilirim, istiyorum ama iş izin vermiyor. Ben evin geçimini yapıyorum, çocukları hanıma teslim ettim ama oda daha fazlasını yapamıyor gibi hiçbir sosyolojik açıklaması olmayan, hiçbir mantıklı kurala uymayan açıklamalarınla kendini kandırıp durursun.
Belin bükülüp, çocuklarda hayırsız çıkınca oturup benim gibi dinlersin o şarkıyı sesini sonuna kadar açarak,
‘Teselli artık neyi değiştirir ki
Elinle kabrimi kazdın demek ki
Ben zaten dünyada gün görmedim ki
Son darbeyi vurdun bu son mektupla’.
Mektubuma son verirken hepinizi tek tek selam eder, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim. Her şeye rağmen sürçü lisan ettimse affola.
Not: Değerli arkadaşlar, son üç mektup beni gerçekten çok yordu. Her yazıyı sadece ve sadece hissederek yazdığımdan ve her yazı adeta bir doğum sancısı ile yazıldığından, birkaç hafta yazmamayı düşünüyorum. Saygılarımla.
Brusk Baran
Email. Bruskbaran01@hotmail.com