Çocukluğumu düsünürken seyrime kopuk kopuk anilar düsüyor, ozamanlar, tek ulusal kanal olan siyah beyaz TRT ekranlarından oyun yerine her gün ölümler , kazalar, failli meçhul cinayetler gösterilirken, devlet biz cocuklari buyutmemek icin ellinden gelen her seyi yapti. İnsanlar Ankara’dan Tavsancaliya teröristler iner diye ürperirken, Ankarada ise devlet çocukları teörist diye birbirine vurdurtuyordu. Ankarada, karanlıklarda vuralan siyah perçemli çocukların resmi TV’ den geçerken, spiker işi gereği zoraki bir gülümsemeyle, bir terörist daha vuruldu diyordu. O çocuklarda vurulduktan sonra Tavsancaliya iner , gizliden gizliye köşelerden biz cocuklara bakar , oyun oynamak isterlerdi. Ama ölüler oyun oynamazdı , onlar ölüydü bunu hala anlayamamışlardı, yaşam hakları ellerinden alınmışlardi.O siyah gözlü vurulan çocuklar seyrime düşerken, icimdeki çocuk ne yapsamda hiç büyümüyor, hırçınlaşıyor, korkuyor, büyüse vurulacağından korkuyor. Büyüyen çocukları ise coktan vurdular .
Öğretmenler falan aklıma geliyor, elli sopalı , ellindeki sopayla ahlak dersini,ilimi öğreten bu insanlar aklıma duserken canım sıkılıyor. Bir çok zeki çocuğu okuldan tiksindirip hayatlarını karartılar. Ilkokul yıllarımı hatırlayınca programlanmıs bozuk bir bilgisayar gibi beynim bana hesap cıkarır gibi vınlıyarak şu cümleyi üretiyor, ”Türküm doğruyum çalişkanım” hayda , birde beynim kendiliğinden bozuk sesler çıkararak istiklal marsını okuyor . Isin asli şu, ben ne hamal bir çaliskanım nede türküm, ben kürdüm. Iste insanlar kürtlüğümü inkar edince onurum inciniyor, çünkü annemin sütü kokan dilimi yasaklıyorlar, ozamanda aç kalıp büyümüyorum , içimdeki cocuk ise inatçi, kindar, küskün kaliyor.
Gitsin, bir daha gelmesin dediğim çocukluğumdan kadınlar aklıma geliyor. Erkekler. kadınları ev önlerinde döverken, kadınların yüzleri, gözleri kan içindeyken, karnındaki çocuğu dizlerine duşerken biz çocuklar ise ağlayan kadınların gözyaşlarını gözlerimizde taşimayı öğrendik. Orda kadınların gözyaşlarında anlatamadıklari hüzünleri, kaygıları, asağılanmışlıkları vardı. Erkelerden ise hırçın olmayi, kırmayı, kızgın durmayi, duygusuz olmayı öğredik. Erkeklerin ağladıkları tek yer yakınlarından birisi öldüğünde hickiriklarla ağlamaktı.Aglamasini bilmiyorlardi, tek bildikleri hoporlodan bağırır gibi ooy bavo diye sesli inlemeleriydi. Kadınların gözyaşlarını gözlerimde tasirken, onlardan insan olmayi, ağlamayı, sevinmeyi öğrendim. Erkeklerden ise autist olmayi , cunku autist hastalari gibi duygularını bile ifade edemez hale getirilmişlerdi. Iste, bunlar aklıma düşerken içimdeki çocuk hiç büyumüyor, autist kalıyor.
Birde kimsesiz , öksuz çocuklar vardı; kimisinin annesi 3x bos ol ’dan sonra gitmis, kimisininde anneleri ölmüstü . Geride kalan bu çocuklar yanlarindan geçen her kadini annesi sanip onlara sarilmak isterlerdi. Özelikle, anneleri boş olan çocuklar, ya hepten kadınlardan nefret ettiler, yada kadınları çok ama çok sevdiler. Ama, hala şu gerçekki, onların, hala annelerini aradıklarından eminim. Bu çocuklar annelerini bulmadan, büyümek istemiyorlar, en cok sevdiklerii sarkıları ise; ”benim annem güzel annem bana ninniler söyle”.
Böylesine hüzünlü bir dunyada , kadin kimdi, kimliği neydi? Bana göre kadının özeti şöyleydi: eksik kafalı. Kadın hem anne, hem bacımız, hem hiç bir şey, hemde namusun sorumlusu, mantik bu. Peki ideal kadın kimdi? Kadın utanacak, yere bakacak, cok konuşmayacak, duygularını, duşuncelerini dile getirmeyecek, falan. Bunun dısına cikacak kadinlar iyi değildiler yada dövülürlerdi, dibi cikmis bir toplumsal yasa bu” eksik olsun. Ici turşu haline getirilen erkekte baskı altında, sonra derlerki kimin karısı saygisiz, hata şey falan. Bu ezilen kadınların tek umutlari ise gökyuzundeki tanrılarıydı.Ve dönup gökyuzune ”gole eşıne duy sesimizi derlerdi” ozaman kendi alin yazilarina hem sitem ederler hemde kabullenirlerdi.Tanrıları hem çok uzakta hemde çok yakınlarındaydi. Bu ezilen kadınların en büyük korkusu ise 3xbos ol olunca, onlarında toplumsal rolleride buna göre sekilleniyordu. Bunları gören biz çocuklar ise iç dunyamızda donup kaldık, kadınlardan korkuyu,gelecek endişesini yalnizligi öğrendik.
Şu toplumsal metafora(resimli düsünce) bakin” Sen namus küpüsün” beyler, haydi bakalım dersimiz tamam. Biz erkeler Namus küpüyüz, küpün içi küf dolu, kin dolu, şuphecilik dolu, Yani içi dolu bir küp, bu küpün turşusunuda dolduran kadınlar. En ilginc olanıda bu acı turşuyu yemek zorunda kalanda kadınlar. Isin özu şu, kadina baskıyı kadınlardan öğrendik, kadınada baskıyı biz erkekler ilkel, tas devri hakimiyetimizle yani siddetle ögrettik. Bu yanliş öğrenmenin içinde bakınız hangi hastalıklı mekanizmalar var:Kadına güvenmeme, kadını mal olarak görme, kadın tehlikelidir, eksik kafalıdır, onlardan kork. Neyaziki bu öğretilerin sonuncunda gelen aile dramları ve ruh hastalıkları korkunç boyutlar taşıyor. Hepsinin temelinde kadını ezmek ,cisim gibi görmek, sahip olma mantıgı vardır. Ben bu kandınları düsünürken icmdeki buyumeyen çocuk kimseye hiç bir şey anlatamayınca yerlere bir küp çiziyor . Icmdeki çocuk korkak, endişeli, en kötüsüde kimsesiz, yapayalnız kalıyor, üsüyor.
Kücüklüğümden bir oyun hatırlıyorum , toplumun cocuklara olan bakiş acicini gösteren, duygularini ifade etmekte zorlanan biz erkeklerin bir oyundu bu: oyun şöyleydi, erkek çocukların kulakları çekilirdi, sonrada bizi seven büyüğümüz sorusunu sorardı”Eşeğe suyu nasil verdin,haydi bakalım gelde ayıkla princin tasını. Benim cevabım her seferinde inliyen sinirli bir ses olurdu” oyyy bizim eseğimiz yokkki ( kara ma tuna) ”,hala bana sevgisini göstermekte direnen büyüğümüz hesap sorar gibi kızarak, ”söyle bakalım suyu eşege nasıl verdin”: sesim bu seferde inliyerek cıkıyor ” sooogguk” . Büyük ; olmadı, söyle; bende, çaresizliğimi kabul edip ağlıyarak sıcaaak diyorum, ama kulagimin bir tarafininda koptuğunuda hissediyorum. Sonrada başıma hafifçe yapıştırarak ıllık dıyeceksın esek ıllık . Bazanda bu oyunun sonunda sunu duyardik; bundan adam cikmaz be bu dayilarina cekmis derlerdi, nedense dayilar hep suclu olurlardi. Buyuyunce bende bir kac cocugun kulagini cektim tabbikil .Benden adam çıktımı yada cıkmadımı orayi bilemem ama bu yaşıma geldim ,kendime hala şu soruyu sorarim bu esege hangi suyu verecektim, aklım karışıyor. Ben şahsen eşeğin yaz sicaginda ıllık suyu seveceğini hicmi hic zanetmiyorum siz nedersiniz?
Biz çocukların iç dünyasında intikamlar, büyüme hırsı, terkedilmişlik vardı. Genede biz çocuklar düslerinde uçarken ,annelerimizide rüyalarımızda yanımıza alıp uçardik , hemde çok uzaklara. Biz çocuklar hala çok uzaklardan gelip bize yardım edecek kahramanımızı bekliyoruz. O kahraman gelmeden bizi büyüklerin ellerinden kurtarmadan, oyuncaklarımızı almadan büyümemeye karar verdik. Ic dunyamızdaki cocuk büyümemek için hala inatçi, üzgün , yan tarafında duran kırık uçurtmasını düzeltmekte ve ellindeki küçük çaliyla yerlere bir şeyler çizmekte. Kahramanımız gelecek. Düşlediğimiz kahraman öyle at üstünde , kılıçlı , güçlü falan değil, bizim beklediğimiz kahraman ellerinde sadece bir torba şeker, bir kac lira, birde bize ne iyi dogdunuz sarkisini söyleyecek, bizi sevecek .Işte ozaman icimizdeki çocuk büyüyecek, ama nedense bir turlü gelmiyor.
Bol selamlar.